IQNA

Müslümanlar arasındaki cüzi ihtilaflar, külli sorun haline getiriliyor

15:32 - October 16, 2022
Haber kodu: 3477842
Saadet Partisi Genel İdaresi Kurulu Üyesi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan ile vahdet haftası dolayısıyla bir röportaj gerçekleştirdik. Çalışkan, Müslümanlar arasındaki cüzi ihtilafların külli sorun haline getirildiğini söyledi. Çalışkan ayrıca engelleri sıralayarak çözüme ilişkin konuştu.

Müslümanlar arasındaki cüzi ihtilaflar, külli sorun haline getiriliyorMustafa Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölümü’nde Doç. Dr. Necmettin Çalışkan ile vahdet haftasına ilişkin konuştuk. Milli Gazete’de köşe yazarlığı da yapan Saadet Partisi Genel İdaresi Kurulu Üyesi Çalışkan İslami birlik konusunda önemli açıklamaları olan ve görüşüne başvurulan isimlerden biri. Kudüs’ün işgal altında olmasının en önemli nedeninin Müslümanlar arasında vahdet olmadığını belirten Çalışkan vahdetin önündeki engelleri sıraladı. İşte röportajımız:

Hoş geldiniz, öncelikle vahdet ve vahdet haftasına ilişkin neler söylemek istersiniz?

İçinde bulunduğumuz haftanın Vahdet Haftası olarak kutlanması çok önemlidir. Bu konuda bu birlikteliği sağlamak üzere gayret eden, çaba sarf eden herkese şükranlarımı ifade etmek isterim. Vahdet, Müslümanlar için çok özel önem atfeden bir kelimedir. Vahdet kelime olarak Allah'ın vahdaniyetinden, tek oluşundan gelir. Müslümanlar için vahdet bugün itibariyle ümmetin birliğidir. Yeryüzündeki bütün Müslümanların tek çatı altında toplanması, birlikte hareket etmesi, onları buluşturan bir yapının olmasıdır.

Tabii ki vahdeti gerçekleştirmek için her şeyden önce bireysel hayatımızda bunun gereklilik olduğuna inanmak, bu noktada şuurlu hareket etmek. Bu bilinci başta yakın çevremiz olmak üzere tüm insanlığa Müslümanlara yayacak şekilde bilinç oluşturmak için gayret edilmelidir. Düşmana karşı tek yürek olmak ve güçlü olmak. Bu Olayın önemli siyasi boyutudur. Bununla beraber sadece siyasi olarak düşünmek de yeterli olmaz.

Vahdet toplumunun özellikleri nelerdir?

Vahdet, insanın tüm inananlarla birlikte kalbinin beraber atması tek yumruk olmasıdır. Zaten Peygamberimizin; "Müminler bir vücudun azaları gibidir, onun bir yeri ağrıdığında bütün vücut ızdırap duyar." ifadesinde buyurulduğu gibi müminlerin bütünüyle tek vücut olmaları anlamına gelir. Müslümanlar kardeşleriyle aynı vahdeti hissetmedikleri zaman, yani bu bilinç kendilerinde oluşmadığı zaman bireysel olarak Müslümanlığını sürdürmesi yeterli olmaz. Türkçede bir söz var, sürüden ayrılanı kurt kapar diye sürüden ayrı tek başına duran her zaman tehlikelerle karşı karşıyadır.

Vahdetin önemli taraflarından birisi en acı çektiğimiz nokta, bugün Müslümanların yeryüzünde karşı karşıya bulundukları duruma bakmak yeterlidir. Bugün Mescidi Aksa'nın Kudüs'ün Gazze'nin işgal altında olmasının en büyük nedeni Müslümanların kendi aralarında vahdeti gerçekleştirememiş olmalarıdır.

İslam dünyasında yine iç karışıklıkların meydana getirilmesinin yegane sebebi yine vahdet olmayışıdır. Aramızdaki cüzi ihtilafları külli sorun haline getirerek yarayı derinleştirmektir. Bugün Müslümanlar kendi aralarında birlik olsalar, dünyada çözülemeyecek hiçbir sorun kalmaz. Tek bir tane aç, açıkta Müslüman kalmaz. Hatta bütün savaşlar bu vahdet gerçekleştirilmediği için meydana gelip devam ediyor. 

Yakın dönemde hep canlı şahit olarak yaşadığımız Müslüman ülkelerdeki iç savaşlara baktığımızda, bütünüyle bu birlikteliğin olmayışının neticesinde bunların olduğunu görüyoruz. Yani birisi şunu izah etse Yemen de niçin savaşılıyor? Kardeş kanı niçin dökülüyor? Orada paylaşamadıkları ne var? Suriye'de bu yaşanan on yıl aşkın süredir devam etmekte olan problemin trajedinin sebebi ne? Hangi sebeple bu durum yaşanıyor? Bu soruların cevabı bilinmiyor. Birileri Arap Baharı adı altında bir fitne ateşi fitilledi ve hepimiz bu oyuna geldik. Bütün İslam dünyası kan gölüne döndü, uyanmazsak daha paramparça olmaya devam edeceğiz.

Vahdetin oluşmasının önündeki engelleri sıralar mısınız?

İslam dünyası imparatorluklar çağından sonra geçen yüzyılın başlarında İngiltere'nin başını çektiği sömürgecilerin kontrolü altına girdi. Geçen yüzyılın sonlarında yani Sovyetlerin dağılıp tek kutuplu dünya düzenine geçişle birlikte 1990’la birlikte bu sömürü düzeni Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolüne geçti.

İslam toplumlarında bu sömürgenin neticesi olarak büyük kırılmalar, dejenerasyonlar yaşandı ve büyük bedeller ödendi. İslam ülkelerindeki yeraltı ve yer üstü kaynaklar hakim güçlerin kontrolüne girdi. İslam coğrafyasında çalkantılar, iç savaşlar, karışıklıklar başladı. Bu yaşananlar İslam ümmetinin birliğinin vahdetinin tek çatı altında yaşamanın zorunluluğunu ortaya çıkardı.

İslam dünyasının vahdetinin önünde üç temel engel vardır.

Birincisi: Dini düşüncenin yozlaşması, inanç sistemimizin yapımızın, değerlerimizin hızla hayatımızdan uzaklaştırılmasıdır. Bunları da alt başlık olarak öyle tasnif edebiliriz.

a) Müslümanların aşırı derecede dünyevileşmesi, mal ve makam hırsı etkili olmuştur. Küçük menfaatler uğruna değerlerden taviz verilmesi, makam uğruna düşmanlara işbirlikçilik en önemli sebeplerden biridir.

b) Kapitalizmin insanları sürüklediği aşırı tüketim, haz duygusu ve nefisleri okşayıcı ürünler, insanların zihnini bulandırmış ve değerlerinden uzaklaştırmıştır.

c) Mezhep algısı/taassubu da başka bir önemli sonuçtur. İslam dünyasında yaşanan bütün savaş ve çekişmelerin temel nedenleri farklı olsa bile, işin ucuna mezhep farklılığı girdiği zaman bu ayrılım derinleşmekte ve adeta mezhep savaşı haline getirilmektedir. Mezhep taassubu Müslümanların başlıca problemlerinden birisidir. İnsanın dini kendi tekeline alması, sadece kendini Müslüman, hak ve doğru görmesi, bunun dışındaki bütün düşünce, anlayış, tarz, uygulama fikirleri, batıl sayması bir hatadır. Mezhepçilik vahdetin önündeki önemli engellerden birisidir.

d) Sekülerleşme, yozlaşma ve dünyevileşme bütünüyle Müslümanları çalkantıya götürmüştür. Kendi kültürüne hakim olmayan insanlar başkalarına yem olur, oluyor da. Değerlerinden uzaklaştıkça

İkincisi: Ekonomik durumlar. Müslüman ülkeler sömürülüyor haklar, ekonomik sorunlarla boğuşuyor. İnsanlar geçim derdinde, böyle açlıkla pençeleşen, yoklukla karşı karşıya kalan bir toplumun kendi hayati problemlerini bırakıp değer üzerine inşa edilen vahdet gibi konuları düşünmesi çok zordur. Sömürülmek işbirlikçi yöneticiler altında ekonomik, dar boğazda bulunmak vahdetin önemindeki ikinci önemli engeldir.

Üçüncüsü ise: Bilim ve teknolojide geldiğimiz durumdur. Müslüman ülkeler bilim ve teknolojide çok geride kaldıklarından doğal olarak batının yani düşmanlarının kontrolü ve sömürgesi altında kalmışlardır. Bugün maalesef Müslümanlar birbirine bilim, teknoloji ihraç etmiyor. Bilimsel faaliyetlerde güç bütünüyle batının elindedir. Batı teknolojisi ile beraber sosyolojisini de ihraç ediyor. Kendi kavramlarını, düşünce dünyasını, yazılımlarla yayınlarla bir şekilde İslam dünyasına empoze ediyor. Halbuki Müslümanlar kendi dünyalarını, kendi kavramlarını kendi sosyolojilerini kendileri oluşturmalıdır.

Neler yapmak gerekir, son olarak neler söylersiniz bu noktada?

Biz ideal vahdet toplumu kurmak yerine hem batının tüketicisi hem de bağımlısı bir toplum olduk. Bunları düzenlemeden vahdet kurmak mümkün olmaz. Bilimsel devrim ve zihni inkılaba ihtiyaç vardır. Müslümanlar bilgi üretmek, teknolojiye sahip olmak bizzat bunları sağlamak zorundadır. Bu nedenle üniversiteler, medreseler ve alimler arasında birlik sağlanmalı, ortak müşterekte buluşma zorunluluğu ortaya çıkarılmalı.

Ekonomik olarak güçlenme yolunda adımlar atılmalı ve tabii ki bu tür olaylarda detayları furuatı öne çıkarmadan, taassubu artırmadan asgari müştereklerde bir olma yolu aranmalıdır.

Unutmamalıdır ki bu ümmet, Allah'ı, kitabı, kıblesi, peygamberi, değerleri bir olan bir toplumdur. Siyasetçiler de halklarının geleceğini belirlemede büyük sorumluluk sahibi olduklarını bilmeli. Hukuk ve adalete dayalı düzen kurma vecibelerini zihinlerinden çıkarmamalı buna göre hareket etmeliler. Bu bahsettiğimiz üç ana fikir olmadan vahdetten konuşmak zordur.

captcha